Günümüzde toplumların gelişme düzeyleri analiz edilirken başta ekonomik kriterler olmak üzere birçok kriter kullanılmaktadır; ‘kişi başına düşen gelir’, ‘kitap okuma oranı’, ‘belli gıdaları tüketme miktarı’ vb.
Bu kriterlerin, ölçülmek istenen konuyla ilgili belli anlamlılıkları olmakla birlikte zamanla görülmüştür ki toplumların gelişmişlik düzeyinin ve birlikte yaşama kültürünün en önemli kriteri ve tutkalı, ‘düşünce ve ifade özgürlüğü’nün kullanımıdır. Özellikle ‘Batı’ tanımıyla genelleştirilen Avrupa ülkelerinin eksen olduğu bu göstergenin çıtası, hem kültürel hem ekonomik hem de bireysel gelişimin temelidir.
Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan günümüze birçok alanda ilerleme sağlamakla birlikte düşünce ve ifade özgürlüğü alanında hep inişli çıkışlı, son dönemde de hep iniş seyrinde bir grafik çizmektedir. Bunun sosyolojik (din, gelenek) birçok nedeni olmakla birlikte siyasal etkiyi başa koymak kaçınılmaz bir gerçektir. Emek karşıtı, merkezi-otoriter, akılcılığı dışlayan ve üretimi birlikte tüketim temeline indirgememiş siyasal anlayışlar ‘düşünce ve ifade özgürlüğü hakkı’na karşı da yok sayıcı bir tutum almaktadır. Bu anlayışın üzerine bina edilmiş bir sisteme yerleşen AKP iktidarının 13 yıla yaklaşan dönemi boyunca da net olarak görülmüştür ki ‘kendisinden olanlar’ dışında her türlü düşüncenin ifadesi ve hak arayışı faşist yönetimlerde olduğu gibi bastırılmaktadır. Geçen sürede aralarında daha çocuk yaştakilerin de olduğu birçok vatandaş öldürülmüş, yaralanmış; sadece bir mitinge katıldığı, slogan attığı, afiş astığı için haksız yere cezaevlerine konulmuş, hayatları karartılmaya çalışılmış, bazıları hayatlarına kıymak zorunda bırakılmıştır. Bu dönem, düşünce ve ifade özgürlüğünün katledildiği bir dönem olmanın yanı sıra aynı zamanda katledenlerin korunduğu, ‘kamu görevi’ adı altında işlenen suçlara dokunulmazlıkların sağlandığı bir dönemdir. Yeni yasal düzenlemelerle de düşünmeyen, sormayan, sorgulamayan, itiraz etmeyen bir toplum modeli kurulmak istenmektedir.
Düşünce ve ifade özgürlüğünün somutlaştığı mesleklerin başında gelen gazetecilik de AKP iktidarları döneminde, kendisinden önceki süreçlerin çok ilerisinde saldırıya ve işgale uğramış; kimliksizleştirilmiş, içeriksizleştirilmiştir. 21 yüzyılda önemi, etkisi ve iş çevreleri için ‘çok kazançlı’ bir hale gelen basın-yayın faaliyeti iktidarların neredeyse varlıklarını da dayadığı temel araçlardan biri olarak görülmüş; algıları yönlendirme ve oluşturmak için kontrol altında tutulması gereken bir yapıya çevrilmek istenmiştir. Basın-yayın kurumları bu doğrultuda adeta iktidarların sözcülüğü görevini üstlenir hale sokulmuş; sermaye gruplarının tamamen kontrole alınması ve iktidar-sermaye ilişkilerinin iç içeliğiyle istenen amaçlara ulaşılmıştır. AKP iktidarları döneminde bu iç içelik gizli saklı değil aleni yapılır hale gelmiştir. İktidarın yanında olduğunu, seçim sonuçlarını birlikte balkonlara çıkarak kutlayanlar gazete, televizyon sahibi olmuştur.
İktidar, basını güdümüne almak için neredeyse tüm araçları kullanmış; ilk olarak sahiplik yapısını değiştirmeye çalışmış, değiştiremediği kurumları özellikle mali tehdit mesajlarıyla susturmuş, buralarda susturamadığı gazetecileri davalar ya da işsizlikle karşı karşıya bırakmıştır. Geçen yıllar itibariyle Türkiye’nin tarihi birçok alanda olduğu gibi gazetecilik mesleği açısından da kara bir dönem olarak yazılmıştır.
Süreç göstermiştir ki bir ülkenin yazılı ve görsel basını ne kadar sermayeye, dolayısıyla da iktidarın kontrolüne sokulmuşsa ‘kamuoyunun doğru haber alma hakkı’, olaylara tarafların görüşlerinin olabildiğince eşit yansıması temelli ‘tarafsızlık ilkesi’, her türlü ayrımcılığa ve kışkırtıcılığa karşıtlık gibi ‘temel insan hakları üzerinden yayıncılık’ anlayışı o kadar ortadan kalkmıştır. İktidar ve iktidara dayalı güç odakları bu etik kuralları ne kadar yok etmeye çalışsa da hem mesleğin gereği hem de onurlu bir yaşam için çıkan gazeteler, yazan gazeteciler ve onların örgütleri de her zaman direnmiş ve var olmuştur.
Çağdaş Gazeteciler Derneği örgütlü olduğu basın-yayın iş kolunda kuruluşundan beri temel etik kurallara ve örgütlü güce inanarak her daim mesleğine sahip çıkmış, karşısında olanlara karşı durmuştur. Bu duruş nedeniyle üyeleri suikastlara uğrayan, gözaltına alınan, darp edilen, işsiz kalan Çağdaş Gazeteciler Derneği herkesin sustuğu dönemde mesleğinin sorumluluklarından kaçmamış ve her zaman ‘kral çıplak’ demiştir. 12 Eylül faşist darbesi döneminde Aydınlar Dilekçesi’ne öncülük eden, 1990’larda Doğu ve Güneydoğu’da yaşananlara duyarsız kalmayıp yerinde incelemeler yapıp çalışmalar yürüten; gözaltına alınan, tutuklanan, işlerine son verilen meslektaşlarına her düzlemde sahip çıkan Derneğimiz, içinden geçtiğimiz dönemdeki baskılara karşı da her zaman gür bir sesle itirazını koymaya devam ediyor. Bu amaçla kamuoyunun, basına yönelik baskılara ilişkin birinci elden bilgilenmesi için “MEDYA RAPORU” adıyla raporlar hazırlanarak, yaşanan tüm ihlaller hem ulusal hem de uluslar arası kamuoyuyla paylaşılacaktır. Derneğimizin Ankara Şubesi çatısı altında kurulan ‘İzleme Komisyonu’ üyelerince toplanan ve derlenen veriler, Derneğin yetkili organlarınca onaylanmasının ardından 3 aylık periyotlarla kamuoyuna açıklanacak, yıl sonunda da yıllık bir rapora dönüşecektir.
Düşüncenin ve ifade edilmesinin özgür olduğu, basının özgür yayıncılık temelinde haber yaptığı ve kamuoyunu doğru bilgilendirdiği; örgütlü, emeğin hakkını aldığı bir Türkiye ve dünya amacıyla Derneğimizin 2015 yılının Ocak-Mart aylarını kapsayan bu yılın ilk raporunu sizlerle paylaşıyoruz.
Çağdaş Gazeteciler Derneği Ankara Şube
Raporu indir:
Medya Raporu – Ocak-Mart 2015 (Türkçe)
Media Report – January-March 2015 (İngilizce)