ÇGD Ankara’da ‘deprem bölgesinde gazetecilik’ konuşuldu

Çağdaş Gazeteciler Derneği (ÇGD) Ankara Şubesi tarafından düzenlenen “Gazeteciliğin Deprem Sınavında Gazetecilerin Durumu” başlıklı söyleşide, deprem bölgesinde ve deprem bölgesine dair yapılan gazetecilik faaliyetlerinin arka planı ile gazetecilerin yaşadıkları deneyimler konuşuldu.

Ankara Kent Konseyi’nde gerçekleştirilen söyleşide BirGün gazetesi Ankara Temsilcisi Nurcan Gökdemir, Reuters foto muhabiri Ümit Bektaş ve DW Türkçe muhabiri Alican Uludağ konuşmacı olarak yer alırken söyleşinin kolaylaştırıcılığını ise gazeteci Esra Tokat yaptı.

ÇGD Ankara Şube Başkanı Demet Aran’ın yaptığı selamlama konuşmasının ardından konuşma yapan ÇGD Malatya Şube Başkanı İbrahim Göçmen, “Depremden önce evim vardı, Çağdaş Gazeteciler Derneğim vardı, gazete bürom vardı. Bugün hiçbir şeyim yok. Çok zor ve anlatılması mümkün olmayan bir deprem süreci yaşadık. Sonrasında Malatya’da bugüne kadar görülmeyen bir soğuğu, eksi 23 dereceyi gördük. Herkes evinden ne kapmış çıkmışsa onunla sokaklardaydı. Her taraf yıkık, insanlar can derdine düşmüşler, devlet denen bir şey yok. Üç gün enkazın altında insanlarımız üşüyerek ve acılar çekerek öldüler” ifadeleriyle yaşanan yıkımın boyutunu anlattı.

“EĞİTİMSİZ GAZETECİLER BÖLGEYE GİTMEMELİ”

Reuters foto muhabiri Bektaş, ilk olarak Türkiye’deki gazetecilerin afet ve savaş gibi zor şartlarda çalışmalarına dair hazırlıkları ve eğitimlerinin olmadığını dile getirdi ve 15 yıldır Reuters’de çalışan bir foto muhabiri olmasına, birçok savaşta görev alması sayesinde deneyimli olmasına rağmen her iki yılda bir eğitim aldığını söyledi. Gazetecilerin herkesin kaçtığı yere doğru giden insanlar olduğunu ifade eden Bektaş, Türkiye’deki gazetecilerin daha çok gazetecilik sevgisi ve tutkusu ile bölgeye gittiğini ancak bu tür yerlerde fiziksel şartlara uygun donanımı olmayan, eğitimsiz çalışanların gitmemesi gerektiğini dile getirdi.

“DEHŞETİ ANLATMANIN BİRÇOK YOLU VAR”

Haber fotoğraflarını nasıl bir süzgeçten geçirerek servis ettiği ve nelere hassasiyet gösterdiği ile ilgili soruya yanıt veren Bektaş, “Yayın kuruluşları genelde çok şiddet içeren, kan ve dehşet içeren görüntüleri kullanmıyorlar. Ben de çok açıkça ceset gösterilmesinden yana değilim. Şunu da söylemek gerek, hayat zaten çok fazla şiddet içeriyor. Ben fotoğraf çektiğim kişiler benim fotoğrafımı çekme demediği sürece bu fotoğrafların çekilmesi ve yayınlanması gerektiği görüşündeyim. Elbette bir mitinge, eyleme katılanları ayrı tutuyorum. Deprem bölgesinde insanların özel hayatlarının tam orasında beni çekme dediklerinde ben o fotoğrafın çekilmemesi ve yayınlanmaması gerektiğini düşünüyorum” diye konuştu.

Ayrıca uzaktan gizli şekilde fotoğraf çekmediğini, görünerek çektiğini ifade eden Bektaş, “Açık ceset ve kanlı görüntüler gibi insanların gördüğünde dehşete kapılacağı bir şey yoksa ve insanların hayır demediği her yerde her türlü dehşetin ve acının fotoğrafının çekilmesi gerektiğini düşünüyorum. Dehşeti anlatmanın birçok yolu var. Doğrudan ceset çekmeden de acıyı anlatabilirsiniz” dedi.

“ACEMİLİKTEN ÇOK İMKANSIZLIKTAN”

İkinci olarak konuşan BirGün gazetesi Ankara Temsilcisi Gökdemir, doğal afetler arttığını ve bu nedenle yeni bir gazetecilik türü ile karşı karşıya olunduğunu dile getirerek “Belki böyle bir derse ihtiyaç var. Çünkü Reuters gibi bir kurum Türkiye’de yok. Bölgeye giden gazeteciler acemiliğinden ve telaşından daha çok imkansızlıktan dolayı yetersiz donanımla gidiyor” dedi.

Deprem bölgesinde beş gün kaldığını söyleyen Gökdemir, “Fiziksel hazırlıktan söz ediyoruz ama böyle bir göreve hazır olmak pek mümkün değil. Birkaç sel felaketi bölgesine, bir heyelan bölgesine, insanların yakılarak öldürüldüğü köylere gittim, toplu katliamlardaki cenazelerin getirilmesini takip ettim. Yaşım ve deneyimimim de verdiği cesaretle deprem bölgesine gitmek istedim. Bize 19-20 gün sonra sıra geldi ve ben orada meslek hayatımın en başarısız, en verimsiz dönemini yaşadım. Daha uzun süre kalırız diye düşündüğüm bölgeden beşinci gün kaçtım. Bizdeki gazetecilik anlayışı maalesef muhabirin canını ve güvenliğini öncelemeyen bir anlayış. Her tür kötü şeye hazır olmayı bekleyerek gitmek lazım ama böyle bir hazırlığın mümkün olmadığını ben bizzat deneyimledim” diye konuştu.

“HABERCİLİĞİN ODAĞINDA İNSAN YER ALMALI”

Afetlerin sadece jeolojik olarak değerlendirilemeyeceğini söyleyen Gökdemir, “Yaşadıklarımız kötü yönetimlere ayna tutuyor. Gazeteci bu perspektifi kafasına koymalı. Gazeteci orada yaşanan depremi acıları yansıtmak zorunda ama bunların bir daha yaşanmaması için ne yapılması gerektiğini öncelemeli. Haberciliğinizin odağına insanı koyarsanız insanın yaşaması için neyin gerektiğini de o insanı neyin öldürdüğünü de sorgularsınız” diye konuştu. Bölgedeki gazetecilerin de afetzedeye dönüştüğünü dile getiren Gökdemir, “Bölgede olmak, işini hakkıyla yapmak çok zor çünkü siz de mağdursunuz orada. Deprem bölgesinde doğru bilgiye ulaşmak çok zor. Alışık olduğunuz haber kaynakları yok, yabancı bölgedesiniz. Sizi doğru yönlendirecek bir ortamı bulmak çok zor. Olayın şehvetine kapılmadan ne yaşandığını göstermek zorundayız. Afet gazeteciliği çok daha fazla sorumluluk isteyen bir iş” dedi.

“SORUNU SİLİKLEŞTİRME GAYRETİYLE YAPILAN İŞLER”

Enkaz önünde enkazdan kurtuluş mucizeleri haberleri yapılmasının ise çok politik olduğunu dile getiren Gökdemir, 150 kişinin öldüğü bir binadan bir bebeğin sağ çıkarıldığını göstermenin sorunu daha silikleştirmek gayretiyle yapılan işler olduğunu bu nedenle gazetecilerin bazen afet bölgesinde başka noktalara bakması gerektiğini söyledi. “Yoldan çıktığınız zaman hem farklıyı hem de gizlenmek isteneni bulursunuz. Siz orada durursanız canlı çıkarılanı görürsünüz. Bir arkada sokakta durursanız halen çıkarılmamış kişileri görürsünüz” diye konuşan Gökdemir, son olarak gazetecilikte fikri takibin önemine değinerek deprem bölgesinin tüm gazetecilerin fikri takip alanı olması gerektiğini ve orada yaşananların gizlenmesinin engellenmesi gerektiğini sözlerine ekledi.

“BÖLGEDE GİTMEDEN ÖNCE HAZIRLIK ŞART”

DW Türkçe muhabiri Alican Uludağ ise Türkiye’deki gazetecilerin deprem gibi durumlar için eğitimli olmadığını söyledi. “Bölgeye gittiğim dönemlerde iyi habercilik yaptım mı diye düşündüğümde asla diyorum” ifadesini kullanan Uludağ, “Bir yere gidiyorsunuz ama gittiğiniz yeri bilmiyorsunuz. Hatay nasıl bir kent hastaneleri nerede, en çok neresi etkilendi gibi bir hazırlık yapamazsanız orada enkaz çeken sıradan birisinden farkınız kalmaz. Gitmeden önce neyin haberini yapabileceğinizi düşünmeniz gerekiyor. Ne kadar tecrübeniz olursa olsun bazen haberi göremiyorsunuz” ifadelerini kullandı.

“OLAY YERİNE GİTMEK YALAN HABER KONUMUNA DÜŞMEKTEN ENGELLER”

Depremzede çocukların tarikat kurslarına yerleştirildiğini oraya çıkardığı haberinin arka planının aktaran Uludağ, haberi için yalanlama fırsatını vermemek amacıyla çocukların tutulduğu kursa gittiğini ve oradaki kişilerden bilgi alarak elindeki bilgileri doğruladığını anlattı. “Deprem gibi olaylarda olay yerine gitmek sizi kurtaran bir olay. Olay yerini gözlemlemek, birden fazla yerden kontrol etmek sizi yalan haber yapmış konumuna düşürmekten engeller” ifadelerini kullanan Uludağ, önyargılarla hareket edildiğinde haber kaynaklarından mahrum kalınabileceğini söyleyerek farklı haber kaynakları ile nasıl iletişim kurulabileceğine dair deneyimlerini paylaştı.

Söyleşiye gazetecilerin yanı sıra gazetecilik öğrencileri de ilgi gösterdi.